29 Aralık 2008 Pazartesi

Zeus - yunan mitolojisi

Tanrıların en büyüğüdür.Rheia ve Kronos'un oğludur.Gaia ve Uranos torunlarından birinin ölümsüzler arasında kral olacağını söylediği için. doğan tüm çocuklarını yer Kronos.Rheia Zeus'u doğuracağı gün Girit'e kaçar ve orda İda Dağı'nda bir mağarada doğurur.Kronos'a da bir bez içine taş koyup verir.Kronos Taşı yutar ve hiç bir şeyin farkına varmaz.Daha sonra Zeus babası Kronos'u yener ve kardeşlerini kusturur.Böylece üçüncü kuşak tanrıların Olymposluların hakimiyeti başlamış olur.Zeus'un Kardeşi Hades'e yer altı dünyası,Poseiodon'a Okyanusların hakimiyeti,Zeus'a Göklerin hakimiyeti düşer.Zeus Yağmur yağdırır,gökleri gürletir,şimşekler çaktırır.Troia Savaşı'ndaki rolü çok büyüktür.İda Dağı'nın tepesinde yönetir Troia Savaşını.Herşey onun buyruğuyla olur.Bazen Akhalar üstün bazen de Troialılar.Zeus buyruklarını Kartalının aracılığıyla iletir insanlara.Kartalın uçuşuna göre iyiye veya kötüye yorulur buyruk.Akhalar kötü durumdayken şöyle yalvarır Agemmemnon Zeus'a:

"Böyle dedi,Zeus acıdı onun gözyaşına
yok olmasın istedi ordusu,işmar etti,
gönderdi kartalı,kuşların en şaşmaz olanını
bir yavru geyik vardı kartalın pençesinde,
kartal attı onu Zeus'un güzel sunağı önüne,
orada Akhalar her şeyi bilen Zeus'a kurban keserlerdi
Anladılar Zeus'tan geldiğini görünce kuşu,
Saldırdılar Troyalılar doludizgin
hepsinin savaştaydı aklı,fikri."

Zeus

Zeus Adaletli bir düzenin kurucusu ve koruyucusu sayılır.İlyada'nın son bölümünde Akhilleus,oğullarını kesip öldürdüğü Kral Primos'un korkusuzca bir gece vakti Akha Gemilerine gelip oğlu Hektor'un cesedini istemesi üzerine Akhilleus şöyle der:

"Talihsiz adam,ne acılar çekmiş yüreğin!
Nasıl göze aldın gemilere gelmeyi tek başına,
Nasıl göze aldın benim gözüme görünmeyi?
ben ki öldürdüm nice soylu oğullarını senin
demirden bir yürek varmış göksünde.
Hadi gel,otur şu iskemlenin üstüne,
uyusun bağrımızda acılar
ne yapalım yasımız çok büyükse,
ne çıkar yürek donduran iniltilerden!
Talihsiz ölümlülere tanrılar şu kaderi dokudu:
Yaşayacak insanlar acı içinde.
Ama ölümsüzlerin hiç bir kaygısı yok.
iki tane küp durur Zeus'un eşiğinde,
biri iyi biri kötü bağışlarla dolu.
Zeus karıştırır bunları,sunar ölümlülere,
iyisinden de kötüsünden de pay alır insanoğlu
ama yalnız kötü bağıştan pay alırsa bir adam ,
yoksul olur,hor görülür,
zorlu açlıkla sürünür tanrısal toprağın üstünde,
tanrılar,insanlar dönüp de bakmaz yüzüne."

Zeus tüm bunlara rağmen evrende tek hakim değildir.Bunu Troya Savaşı'nda oğlu ve çok sevdiği Sarpedon'unun Patrakios'la teke tek döğüşünde,Sarpedon'un güç durumda kalmasına rağmen ona yardım edememesinden anlıyoruz.Troya Savaşı'nda Hektor'la Akhilleus teke tek döğüşür.Hektor uzun bir süre dayanır Akhilleus'a karşı.Ama sonunda dayanamaz geri kaçar.Troya Surlarında bir kovalamaca başlar Hektor'la Akhilleus arasında.Bütün bunları izleyen Zeus Hektor için üzüldüğünü söyler.Bu sırada Zeus'un kızı Athena çıkışır babasına.Ve Hektor'un ölümlü bir adam olduğunu ve ölümüne izin vermesi gerektiğini söyler.SOnra Zeus Athena'nın Hektor'a kurduğu tuzağa ve Apollon'un Hektor'u kaderine bırakmasına izin verir.

Zeus ve Hera - yunan mitolojisi

Zeus ve Hera


Zeus, Girit’teki İda dağında doğmuştur. Babası Kronos onu yemeye çalışırken annesi Rea araya girmiş, bebeği gözden uzak bir yerlerde nymphe Amaltheia’ya bırakmıştır. Evrenin Kronos’dan soraki baş efendisi Zeus yağmur yağdırmak, rüzgar estirmek, şimşek çaktırmak gibi işler yapar. Denizciler ondan çok çekinirler. Tanrılar tanrısı olmakla birlikte mutlak tanrı değildir Zeus. Öbür tanrılara istediğini yaptırmak gibi bir yetkisi yoktur. Homeros onu “insanların ve tanrıların babası” olarak nitelendirir. İnsan topluluklarını korumak, toplum düzenini ayakta tutmak, savaşanlara yardım etmek onun işidir. Zeus en çok aşklarıyla ünlüdür. Toprağın üstünde egemendir ama en çok kadınlara egemen olmak ister gibidir. Aşka değil kadına düşkündür. Kadınları baştan çıkarırken ahlaki kaygılara düşmez. Bu anlamda bir tanrıdan çok bir insandır. Bir kadından bir kadına koşar. Karısı Hera’dan çekindiği için bu yolda olmadık oyunlara başvurur. Genellikle hayvan kılığına bürünerek kadınları baştan çıkarır. Gene de ahlakçıdır, bütün dünya ahlak açısından zora düşünce Zeus şimşek çaktırır. Bütün tanrılar Zeus’a başeğerler. Kimseye acımayan Zeus karısı üzerinde de tam anlamıyla egemendir, karısı onun buyruklarını adaletsiz bulsa da yerine getirmek zorundadır. Zeus’la kimse tartışamaz, o istediğinde tanrılara da insanlara da büyük acılar verebilir. Başlangıçtaki gençliğinden ve yumuşaklığından iz kalmamıştır, o artık korkulası bir ihtiyardır. Hem karısı hem kızkardeşi olan evlilik tanrıçası Hera kocasına çok kızar ve onu adım adım izler. Gene de evlilikleri en uygun evlilik sayılmıştır. Hera’nın kocasını izleyişi yalnızca kadınlık duygularının etkisiyle olmaz. O böyle bir titizliği daha çok evlilik kurumunu ayakta tutabilmek adına sürdürür. Evliliğin koruyucusu Hera evli kadınlarla özel olarak ilgilenir. Bir özelliği de kinciliğidir, kendisine yapılan bir kötülüğü, hatta bir yanlışlığı hiç unutmaz. Hera kocasını adım adım izleyişiyle kıskançlığın simgesi olmuştur. Hera aynı zamanda kahramanların koruyucusu ve kahramanlık duygusunun esinleyicisidir.

Kerberos - yunan mitolojisi

Kerberos:

Yunan mitolojisinde karşılığı, Hades'in yönettiği, ölülerin bulunduğu yeraltının kapısında bekçilik yapan üç başlı köpek (Hesiode'a göre 50, Horace'a göre ise 100 başı vardı). Kuyruğu bir yılan olan ve sırtında sayısız yılanbaşı bulunan , ısırıkları zehirli bu köpek Herakles'ün 12 görevi arasında yer alır. Kerberos Yunanca 'çukur (çok derinlerdeki, şeytani çukur) iblisi' demektir. Yarı kadın yarı yılan Ekhidna ile dev Typhon'un oğlu olan Kerberos'un kardeşi Orthros 'tur. Dev zincirlerle bağlı olan bu köpeğin görevi yer altına giren ölülerin tekrar yeryüzüne çıkmalarını önlemektir. Sadece üç kere yenilmiştir:
• Son görevi Kerberos'u yakalamak olan Herakles tarafından yakalanarak.,
• Müzik yeteneğini kullanan Orpheus tarafından uyutularak,
• Lethe ırmağındaki su yardımıyla Hermes tarafından uyutularak,
• Roma mitolojisinde, ilaçlı keklerle Aineias tarafından uyutularak,
• Yine bir Roma masalında, ilaçlı keklerle Psykhe tarafından uyutularak.
Kerberos özellikle kapıların, eşiklerin ve sınırların bekçisi olmanın arketipi olmuştur. Orta Çağdan günümüze kurgu yapıtlarda sıkça bu özelliğiyle yer almıştır (Dante'nin İlahi Komedya'sında ve Fluffy olarak J. K. Rowling'in Harry Potter ve Felsefe Taşı adlı kitabında.) Ayrıca günümüzde güvenlik ve savaş alanında da kullanılmaktadır (MIT tarafından geliştirilen Kerberos protokolü gibi.)

Zeus’un Evlilikleri ve Bunlardan Doğan Çocukları

Tanrıçalarla olan Evlilikleri
Metis: Athena
Themis: Horalar, Moiralar
Dione: Aphrodite
Eurynome: Musalar
Leto: Apollon, Artemis
Demeter: Persephone
Hera: Ares, Hebe, Eileithyia, Hephaistos

Kadınlarla olan Birliktelikleri
Alkmene: Herakles
Antiope: Amphion, Zethos
Kallisto: Arkas
Danae: Perseus
Aigina: Aiakos
Elektra: Dardanos, İasion, Harmonia
Europa: Minos, Sarpedon, Rhadamanthys
İo: Epaphos
Laodameia: Sarpedon
Leda: Helena, Dioskurlar
Maia: Hermes
Niobe: Argos, Pelasgos
Pluto: Tantalos
Semele: Dionysos
Taygete: Lakedaimon

Zeusun Çapkınlıkları ve Çocukları - yunan mitolojisi

Zeus’un Çapkınlıkları

Baş tanrı Zeus çapkınlıklarıyla ünlü bir tanrıdır. Ölümlü-ölümsüz, eşcinsellik gibi tüm ilişkilere açık bir kimlik sergiler. Ölümlü ve ölümsüz kadınlarla girmiş olduğu ilişkileri, erkek egemen toplumdaki çapkın erkek kimliğini meşrulaştırmaktadır. Bu öykülerinden birinde kral eşi Leda ile birleşerek (kuğu şekline girer) Leda’nın hamile kalmasına sebep olmuştur. Aynı gece kocasıyla da birlikte olan Leda, ondan da hamile kalır. Leda burada, toplumda kocasını aldatan aristokrat kadınların durumunun bir sembolüdür. Bu ve diğer mitoslarla ilgili ayrıntılı bilgi için Azra Erhat'ın mitoloji sözlüğüne bakabilirsiniz. Bu mitostan yola çıkılırsa tek bir sonuca ulaşılır: O dönemde, tıbbi açıdan henüz ayrı ve aynı yumurta ikizlerinin oluşumlarının bilinmediği için ayrı yumurta ikizlerinin babalarının da ayrı olduğu sanılmaktaydı.
Zeus’un seçmiş olduğu ölümlülerin elit sınıf dediğimiz aristokrat sınıftan oluşu bu tür ilişkilerin genellikle üst düzey sınıflarda törele edildiğini göstermektedir. Zeus’un diğer bir ilişkisi Europa mitosunda karşımıza çıkar. Bu mitosta önemli olan kızın adının bir kıtaya verilmiş olmasıdır. Ayrıca Zeus’un Europa’yı hamile bıraktıktan sonra Olympos’a dönüşü çapkın kocaların çapkınlıklarının ardından en kısa sürede eve döndüklerinin göstergesidir. Zeus’un en önemli mitoslarından biri Ganymedes mitosudur. Zeus, Ganymedes adındaki genç bir oğlana aşık olur ve onu Olympos'a kaçırır. Ganymedes'in bundan sonraki işlevi, Olympos'ta sakilik yapmaktır. Bu mitos toplumdaki eğitim sisteminin bir yansımasıdır. Birinci bin yıl başlarında tüm Yunanistan’daki eğitim sistemi Sparta eğitim sistemiydi. Bu sisteme göre sakat ve hastalıklı doğan tüm çocuklar öldürülüyordu. Sağlıklı olanlardan ise 0-7 yaş grubu arası ailelerinin yanında kalıyordu. Yedi yaşına gelen her erkek çocuk aileden ayrılıp askeri eğitim için 20 yaşına kadar kışlada eğitiliyordu. 20-40 yaş arası erkekler evlenebiliyorlar; ancak kışladan izinli olarak evlerine gidip dölün devamı için eşleriyle birlikte olup kışlaya dönüyorlardı. Kırk yaşını aşabilen erkek emekli sayılıyordu. Kışlaya alınan çocukların başına bir tür eğitmen ve gözetmen rolünde bir “ağabey” veriliyordu. Sonuç olarak ağabey ve çocuk arasındaki duygusal yakınlaşmalar devletin politikası olarak eşcinselliğe dönüşüyordu. Bu Eğitim sisteminin adına pederastik eğitim sistemi denir. Atina’da bu eğitim sistemi, İ.Ö. 8. yüzyıl sonu – İ.Ö. 7. yüzyıl başında uygulanmıştır. Ancak toplumun dejenere olduğu gerekçesiyle bu eğitim sistemi bırakılmışsa da toplumda özellikle de zengin erkekler arasında ve filozoflarda sürekli olarak devam etmiştir. Bir öğreti olarak Platon öğretisinde yer almış, daha sonra bu neoplatonistlerin bir öğretisi olarak devam etmiştir. Toplumdaki bu eşcinsellik giderek küçük oğlan çocuklarının kullanımına dönüşmüştür. Oğlancılık olarak adlandırılan bu sapkınlığa özellikle Batı Anadolu’dan kaçırılan küçük çocuklar alet edilmiştir.

Image


Zeus’un Evlilikleri ve Bunlardan Doğan Çocukları

Tanrıçalarla olan Evlilikleri
Metis: Athena
Themis: Horalar, Moiralar
Dione: Aphrodite
Eurynome: Musalar
Leto: Apollon, Artemis
Demeter: Persephone
Hera: Ares, Hebe, Eileithyia, Hephaistos

Kadınlarla olan Birliktelikleri
Alkmene: Herakles
Antiope: Amphion, Zethos
Kallisto: Arkas
Danae: Perseus
Aigina: Aiakos
Elektra: Dardanos, İasion, Harmonia
Europa: Minos, Sarpedon, Rhadamanthys
İo: Epaphos
Laodameia: Sarpedon
Leda: Helena, Dioskurlar
Maia: Hermes
Niobe: Argos, Pelasgos
Pluto: Tantalos
Semele: Dionysos
Taygete: Lakedaimon



Olympos Tanrıları

Uranos ve Gaia = Uranos'tan Aphrodite doğar. Bu evlilikten Sonrasında:

Koios ve Phoibe; Leto ve Zeus= Apollon, Artemis. Asklepios

İapetos ve Klymene; Atlas ve Pleione; Maia ve Zeus= Hermes

Rhea ve Kronos= Hestia, Hades, Poseidon, Demeter, Zeus

Zeus ve Hera= Ares, Hebe, Eileithyia, Hephaistos ve Zeus'tan doğan Athena

Tanrı Dionysos'tan ise Theogonia'da neredeyse hiç bahsedilmez.

Eros ve Psykhenin Aşkları - yunan mitolojisi

Eros annesi Aphrodite gibi dünyaya güzellik ve neşe getirir, insanların gönüllerini aşk ateşi ile yakar, insanların mutluluklarını yada sonlarını hazırlardı. Sırtında bir çift kanadı vardı. Bu kanatlarla uçarak dünyayı dolaşır geçtiği yerlere çiçek kokuları saçardı. Eros'un elinde her zaman okları olurdu. Bu oklarla insanları kalplerinden vurur onları birbirlerine aşık ederdi. Ve bir gün kendiside bir güzele aşık oldu.

Psykhe (Ruh) bir kralın üç kızının en güzeli idi. Gerçekten o kadar güzel, o kadar alımlıydı ki görenler onu Aphrodite sanıyorlar ona tapınıyorlardı. Aphrodite bir ölümlü ile karıştırılmaktan hiç hoşlanmamıştı. Bu yüzden bir gün oğlu Eros'u yanına çağırdı ve onu dünyanın en çirkin erkeğine aşık ederek cezalandırmasını istedi. Eros annesinin isteğini yerine getirmek için hemen yola koyuldu. Psykhe'yi bulduğunda, çok gururlu alon ve kimseye aşık olmamakla övünen bu genç kızı, dünyanın en çirkin, en kötü erkeğine aşık etmeye niyetliydi ancak kalbini nişan alarak oku atmak üzereyken Psykhe'nin güzelliği aklını başından aldı. Onu başkasına aşık etmek isterken kendisi aşık olmuştu. Psykhe'yi alıp sihirli bir saraya götürdü. Bu saray uyuyan bir ormanın ortasında kurulmuş, muhteşem fakat ıssız bir saraydı. Kanatlı güzel delikanlı gece karanlık düştükten sonra kendini göstermeden saraya giriyor ve sevdiği ile buluşuyordu. Sihirli sarayda bir insanın isteyebileceği her şey vardı. Fakat Psykhe'nin tek istediği kendisini deliler gibi seven bu delikanlının yüzünü görmekti. Fakat Eros bunu kabul etmiyordu, gece hep karanlıkta geliyor ve güneş doğmadan da gidiyordu, akşamları sarayda ateş yada mum yakılmasını yasaklamıştı. Psykhe ne kadar yalvrsa da fayda etmedi.

"Aşkımızın sırrını kalbinde taşıdığın sürece mutlu olacaksın" dedi Eros "Beni görmeyi aklından bile geçirme, kim olduğumu yada kimin oğlu olduğumu öğrenme, bilmeden tanımadan beni körü körüne sev..senden gizlenen şeyleri öğrenmeye çalışarak mutlu olma fırsatnı elinden kaçırma."

Ve Psykhe de bunu kabul etmiş..Eros'u görmeden kim olduğunu bilmeden körü körüne sevmişti. Irlikte çok mutluydular ancak Psykhe'nin kızkardeşleri onların bu mutluluğunu kıskandılar..bir gün kardeşlerini ziyarete geldiklerinde ona sevdiği delikanlının dünyanın en çirkin en iğrenç en vahşi görünüşlü adamı olduğunu söylediler. Eğer güzel bir delikenlı olsaydı, sevdiğinden yüzünü gizlemezdi, seni böyle ıssız bir sarayda tutmzdı dediler. Ve ona gece sevdiği gelmeden önce yanan bir lambanın üzerine vazoyu ters çevirip koymasını söylediler. Böylece Eros uyuduktan sonra vazoyu kaldırıp aydınlıkta onun yüzünü görebilecekti.

Psykhe merakına engel olamayarak kardeşlerinin dediklerini yaptı. Yanan lambayı bir vazonun altına gizleyerek sevdiğini beklemeye başladı. Eros her şeyden habersiz saraya dönmüş kendinisevdiği kadının kollarının arasına bırakmıştı. Kısa sürede uykuya daldı. Psykhe Eros uyuyunca gürültü yapmadan yavaşça yataktan kalktı ve ters çevirdiği vazoyu alarak lambayı eline aldı, yatağa yaklaştığında gördükleri karşısında hayrete düştü. Çirkin ve iğrenç bir erkek görmeyi beklerken genç çok yakışıklı bir erkekle karşılaşmıştı. Eros'un yakışıklılığı dünyada ki başka hiç bir erkekle kıyaslanamadı. Yüzü tarif edilemeyecek kadar güzel bu delikalıyı görünce Psykhe'nin ona duyduğu aşk daha da arttı..sevdiğini alnındn öpmek için eğildiğinde elindeki tabağı düz tutamadığından içinde fitil bulunan lambanın kızgın yağından bir damla Eros'un çıplak omzuna damladı. Eros duyduğu acıyla sıçrayarak uyandı. Sevgilisinin kendisini dinlemeyip yüzünü görmek için ona oyun oynadığını anlayınca hemen kanatlarını açıp uçarak oradan uzaklaştı. Eros'un gitmesiyle Psykhe için yaptığı büyülü sarayda bozuldu. Psykhe üzüntüden ne yapacağını bilmez olmuştu. Hatası yüzünden dünyada her şeyden çok sevdiği kişiyi kaybetmenin acısıyla yollara düştü Sevdiğini tekrar bulma ümidiyle tüm dünyayı dolaştı, sayısız yerler gezdi am bir türlü Eros'un izine rastlayamadı. Nihayet dolaşmaktan bitkin bir halde Aphrodite'in sarayının kapısını çaldı. Onun kendisine acıyıp oğlunun yerini söyleyebileceğini düşünmüştü ancak Aphrodite ona yardım etmek bir yana onu bir köle olarak çalıştırmaya başldı. Zavallı Psykhe sevdiğine ulaşabilmek için buna da razı oldu ve tek kelime dahi etmeden kendisine emredilen her şeyi yaptı. Eros için her türlü acıya katlanmaya razı oldu.

Nihayet bir gün Eros'un yanan omzu iyileşti ve kendisine bu kadar yürekten bağlı olan sevgilisinin kaderini değiştirmek için Olympos'a gitti. Zeus'un ayaklarına kapanıp Psykhe'nin kurtarılması ve kendisine eş olarak verilmesi için yalvardı. Zeus onun tüm isteklerini kabul ederek Hermes'e Psykhe'nin Olympos'a getirilmesini emretti.

Psykhe tanrılar katına getirildi ve orada hayatta her şeyden daha çok sevdiği erkekle evlenerek çok mutlu bir hayat sürdü.....

Altın Post

Altın Post, Athamas’ın çocukları Phriksos’la Helle’yi sırtına alıp Yunanistan’dan Karadeniz’deki Kolkhis ülkesine kaçıran kanatlı koçun postudur. Zeus’a kurban edilen koçun altından olan postu Ares’e adanmış bir korulukta saklanmaktadır. İolkos ülkesinin kralı Aison'un oğlu Iason amcası Pelias’dan tahtı geri ister. Pelias, Iason’dan bunun için Kolkhis’e gidip Altın Postu getirmesini şart koşar.



Altın Post (Gürcüce: ოქროს საწმისი / Okros Satsmisi). Mitolojide zenginliği ve iktidarı sembolze eden post. Bu postun bulunduğu yer, Gürcüstan'ın Karedeniz kıyısındaki tarihsel bölgesi Kolheti'dir.

Yunan mitolojisinde, Güneş tanrısı Helious’un oğlu olan Kolheti kralı Aieti’nin (Aietes) görkemli bir zenginliğe, bir koçun altın postuna ya da Altın Post'a sahip olduğu anlatılır. Yunanistan’da İason’un başkanlığında kahramanlar bir araya gelirler ve Altın Post'u ele geçirmek için Kolheti’ye gitmeye karar verirler. Argonotlar, Argo (bu geminin adından dolayı onlara Argonot denmiştir) adlı bir gemi yaparlar ve Kolheti’ye doğru yola çıkarlar. Uzun ve çok zor bir yolculuktan sonra Aieti’nin güçlü ve zengin krallığına varırlar.



Kral, Yunanlı kahramanları saygıyla karşılar ve gelmelerinin nedenini öğrenir. Aieti, İaosun’un, şartlarını yerine getirmesi halinde Altın Post'u Yunanlılara vermeye karar verir. İason önce ateş püskürten öküzlere boyun eğdirecek, başlarına boyunduruk geçirecek ve büyük bir tarlayı sürecektir. Sonra İason’un ejderhayı öldürmesi ve onun dişlerini toprağa ekmesi gerekir. Bu dişlerden savaşçılar çıkacaktır. İason’un bu savaşçılarla savaşması ve onları yenmesi gerekir. Yunanlılar ancak bundan sonra Altın Post'u alabileceklerdir. Bu şartları, Aieti’nin dışında kimsenin yerine getirmesi mümkün değildir. Bundan dolayı Kral Aieti, İason’un öleceğinden emindir.



Argo Gemisi Kralın kızı Medea’nın (Medeia) yardımı olmasa, Yunanlıların liderinin, Aieti’nin şartlarını yerine getiremeyeceği açıktır. Kralın kızı, ilk görüşte İason’a âşık olmuş ve ona yardım etmeye karar vermiştir. Onun yardımıyla İason, kralın şartlarını kolayca yerine getirir ve Aieti’den Altın Post'u ister. Kral, Yunanlılara kimin yardım ettiğini hemen anlar ve Altın Post'u vermeyeceğini açıklar. Bunun üzerine İason, postu ele geçirmeye karar verir. Ne var ki Medea’nın yardımı olmadan bunu gerçekleştirmesi olanaksızdır. Kralın kızı Medea bir büyücüdür, postu bekleyen korkunç ejderhayı uyutur ve Yunanlılar böylece Altın Post'u ele geçirmeyi başarırlar. Hızla gemilerine binerler ve ülkeleri Yunanistan’a doğru yola çıkarlar. Medea da İason’la birlikte gider. Aieti, postun götürüldüğünü ve kızının kaçtığını öğrenir öğrenmez, hemen ordusunu toplar ve Yunanlıların peşine salar, ama askerler Altın Post'u geri almayı başaramazlar.

12 Aralık 2008 Cuma

Apollon ve Hyakinthos'un Sümbül Oluşu

APOLLON-HYAKİNTHOS MİTİ

Kral Amyklos'un HYAKİNTOS adında güzel bir oğlu vardı. Çok yakışıklı bir delikanlı olduğundan ışık ve güzel sanatların tanrısı APOLLON onun güzelliğine hayran olmuş, ona candan bağlanmıştı. Samimiyetleri ve dostlukları çok ileri gittiğinden boş zamanlarını EUROTAS'ın çiçekli kıyılarında çimenler üstünde disk atmakla geçirirlerdi...Bir gün yine her zamanki gibi aynı yere gitmişler, akan derenin şırıltısını dinleyerek bu eğlenceli oyunla meşgul oluyorlardı. Fakat başı çelenklerle süslü kelebek kanatlı ve sarışın ZEPHİROS da Apollon gibi, güzel Hyakintos'a gönül vermişti. Onun Apollon'la sıkı fıkı görüşmesini çekemiyor, adeta kıskançlıktan kuduruyordu.Zephiros, gemicilerin en sevdiği rüzgar olduğu halde görevini yapmıyor hatta kederinin arttığı dönemlerde gemileri kayalara bile çarptırıyordu. İşte Hyakinthos'a hastalık derecesinde bağlanan Zephiros fırsattan yararlanarak, Apollon'un diski Hyakinthos'a attığı sırada bir hareketiyle diskin yolunu şaşırttı ve delikanlının kafasına çarptırdı. Zavallı Hyakinthos hemen yere yığıldı. Kafası patlamış, ağzından burnundan durmadan kan geliyordu.Bu felaket karşısında Apollon kalbinden vuruldu. Deli divane oldu.Apollon hemen sağlık tanrısı ASKLEPİOS'u çağırdı ve ona en etkili ilaçları koymasını söyledi. Fakat ne yazık ki ilaçlar işe yaramadı ve Hyakinthos can verdi.Kederinden ne yapacağını bilemeyen yaz mevsiminin kızgın tanrısı şöyle bağırdı:-Ey sevgili çocuk, ölüyorsun, senin taze ve güzel gençliğini ben kendi ellerimle yıktım, yok ettim. Madem ki ben seninle mezara, yer altına gelemiyorum, madem ki benim yerim göklerdedir, istiyorum ki seni kendim gibi bir ölümsüz yapayım. İstiyorum ki seni, neşeli ve kudretli olduğum zamanlarda görebileyim, ışıklarımla seni okşayayım, koklayayım. Onun için seni çiçek yapacağım. Sen yaşayacaksın. Ben dünyaya yaklaştığım ve ilkbahar kara kışı bozguna uğrattığı zaman sen topraktan baş kaldıracak fışkıracaksın...Apollon bu sözleri söyledikten sonra Hyakinthos'un kanının düştüğü yerden bizim SÜMBÜL dediğimiz çiçek fışkırır boy verir...

Zeus ve Europa

Zeus ve Europa
Zeus ve Europa
Europe (Avrupa), tanrılar tanrısı Zeus’un sevgisini kazanmakla ölmez bir ün salmış, bütün bir kıtaya adını vermiştir. Avrupa, “akşam güneşi” veya “güneşin battığı yer” anlamını taşır.

Avrupa adına (Avropa), İ.Ö.8. ya da 9. yüzyılda yazıldığı öne sürülen Apollo’ya adanmış Homerik İlahi’de rastlanır.

Orada Avropa adı ile anılan yer Mora-Peloponessos yarımadası ve Ege adalarının karşı taraflarındaki yerlerdir. Bu öykü 3.yüzyılda yaşamış İskenderiyeli bir şairin Moskhos Şiirinde anlatılır.Zeus’la sevişmesi yüzünden adı coğrafyaya geçen tek kadın İo değildir. Europe’nin ünü daha da yaygındır. İo’nun yıllarca acı çekmesine karşılık Europe (Europa), bir boğa sırtında denizler aşıvermesinin yarattığı birkaç saniyelik şaşkınlık ve korku bir yana bırakılırsa hiç üzülmemiştir, denebilir. Zeus’la seviştiği sırada Hera neredeydi bilinmiyor. Bilinen bir şey var, Tanrılar Tanrısı, gamsız, tasasız, gönlü ne dilerse onu yapıyordu.Zeus bir ilkbahar sabahı, gökteki sarayında oturmuş, yeryüzünü gözetliyordu. Gözleri ansızın ilgi çekici bir yaratığa ilişti. Europa’nın babası Tyr yada Sidon kralıdır. Güzel Europa, uykudan uyanmış, gördüğü düşü yorumlamaya çalışıyordu. İki kıta, kadın kılığında, kendisini paylaşmak istemişlerdi düşünde. Europa’yı doğurduğunu ileri süren Asya, onu kendisi almak istemişti. Öteki kıta ise, Zeus’un Europa’yı kendisine verdiğini söylemişti.Gördüğü bu garip düşü yorumlayamadı Europa, kendi yaşındaki kız arkadaşlarını topladı.Deniz kıyısındaki çiçek tarlasına gittiler. Orada oyunlar oynarlar, sepetlerini çiçeklerle doldururlardı. Hepsi de bilirdi ki en güzel sepet Europa’nın sepetidir... Topal Tanrı Hephaistos yapmıştı o sepeti. Üstünde İo ‘nun inek oluşu, Argos’un öldürülüşü, sonra Zeus’un İo’yu yeniden kadın kılığına sokuşu çiziliydi. Zeus onu görünce dayanamadı. Zaten Aşk Tanrıçası Afrodit’in oğlu Eros’a söylemiş, oda oklarından birini Zeus’un kalbine saplamıştı.Hera uzaklardaydı o sırada, ama Zeus yine de korktu. Bir boğa kılığına girdi.Çiçek toplayan kızların arasına girdi. Yaşıtları gibi, Europa’da boğayı görür görmez dayanamayıp yanına geldi, onu sevdi, okşadı. Hemen eğildi boğa, Sanki Europa’nın sırtına binmesini ister gibiydi..Sırtına bindirip gezdirecek bizi,Öyle tatlı, öyle güzel boğa ki bu,Hiç boğaya benzemiyor, iyi bir insan gibi yalnız konuşamıyor.Europa gülümseyerek, boğanın sırtına oturdu. Ötekilerinde binmesine fırsat vermedi Zeus, fırlattığı yıldırımların hızıyla denize daldı. O ilerledikçe dalgalar iki yana açılıyordu. Yanlarında. Önlerinde, arkalarında garip deniz tanrıları Nereid’ler, boruları öttürerek Tritonlar ve Zeus’un kardeşi Posedion gidiyordu. Sulardan gördüğü yaratıklardan korkan Europa, düşmemek için bir eliyle boğanın kocaman boynuzunu tutarken, öteki eliyle de, ıslanmasın diye mor eteğini topluyordu. “ Bu boğa olsa olsa bir tanrıdır” diye düşünüyordu. Sonunda dayanamadı, kendisini ıssız bir yerde tek başına bırakmaması için boğaya yalvardı. Boğa cevap vererek kendisinin Tanrılar Tanrısı Zeus olduğunu, ona tutulduğunu,Girit adasına gittiklerini söyledi. Bir süre sonra Girit adasına ayak bastılar. Orada mevsimler karşıladı kendilerini. Zeus Gortyna’da bir kaynağın yanında, çınar ağaçlarının altında genç kızla birleşti. Europa Zeus’a üç oğul verdi. Minos, Sarpedon ve Radamanthys daha sonra Zeus, Europa'ya üç armağan sundu: Girit kıyılarını herhangi bir yabancının ayak basmasına karşı koruyan tunçtan robot Talos, avını hiç bir zaman kaçırmayan bir köpek ve hedefinden hiç bir zaman şaşmayan bir av mızrağı.

Lydıa'lı Arakne'nin Örümcek Oluşu

Athena insanlarin yaptigi bütün sanatlarin ve islerin, özellikle kadinlarin yaptiklari ince nakislarin islemelerin koruyucusu idi. Hera'nin gelinligini kendi elleri ile hazirlamisti. Bu gibi islerde oldukça basarili olan Yunanli kadinlar sanatlarini Athena'yi çalisirken seyrederek ögrendiklerini, onun ögütlerini dinlediklerini söyleyerek övünürlerdi. Fakat iyi kalpli yumusak Athena'nin da zaman zaman öfkeye kapilip kalp kirdigi, intikam aldigi olurdu.

Efsaneye göre Lydia'li güzel bir kiz olan Arakne ( Arachne) gergef islemekte, oya yapmakta o kadar basariliymis ki arada sirada Nympha'lar bile, ormanlardan ve su baslarindan ayrilarak onu izlemeye gelirlerdi. Bir gün periler ona bu güzel sanati bu kadar hos geregef islemeyi sana Zeka Tanriçasimi ögretti diye sordular. Arakne ise "O kim benimle boy ölçüsebilir, ben bu iste herkesi hatta Athena'yi bile geride birakirim " diye karsilik verdi.

Athena bütün bunlari duymustu. Ihtiyar bir kadin sekline girerek Arakne'nin yanina geldi. "Kizim " dedi " Ihtiyarlik insana yalniz keder ve üzüntü getirmez, tecrübe de getirir. Ögütlerimi yabana atma, evet sen sanatinda çok basarilisin, bütün kadinlari, kizlari geçebilirsin fakat bir tanriçanin gücü, sanati herseyin üstündedir. Kendini okadar büyük görme.

"Ben gurura kapilmiyorum, kendimi büyük görmüyorum, gerçegi söylüyorum. Isterse Athena gelsin, ben onunlada yarisa girerim dedi.

“Iste geldi, hodri meydan” demis. Ellerine aldiklari gergefleri büyük bir hiz ve incelikle islemeye baslamislar. Athena dogal olarak tanri ve tanriçalarin mekani Olimpos’tan ve tanri ve tanriçalarin yaptigi büyük islerden sahneler islerken; Arakne tanri ve tanriçalarin ask sahnelerinden görüntüler islemekteymis. Athena ki, hakkinda hiçbir sekilde ask dedikodusu olmayan ve namus kavraminin timsali ve koruyucusu olarak bilinmekte, isleriyle mesguliyeti nedeniyle evlenmemis bir tanriçaymis. Bir gün kendisini nehirde yikanirken gören yasli bir adami bile kör etmisken, bu tür sahnelerin resmedilmesine tahammül etmesi beklenemezdi. Sonunda her ikisi de gergef islerini bitirmisler. Athena Arakne’nin yaptigi gergefi alip, yirtmis. Arakne bu davranisa karsilik olarak , kendini öldürmek istemis. Athena da “Madem sınırını bilmiyorsun ve ayrica kendini bu iste bir numara görüyorsun, sen bundan sonra ömrünü ag üzerinde desen isleyerek geçireceksin” diyerek onu örümcege çevirmis.

O günden beri de örümcekler, bu durumun utanci ile hep kuytu köselerde ve sessiz sedasiz bir sekilde aglarini örmüsler.

Bülbülün Mitolojik Öyküsü

Bülbülün mitolojik hikayesi

Aedon Pandareos’un kızı ve Thebaili Zethos’un karısıdır. Zethos’un kardeşi Amphion, Niobe ile evlenip çok çocuk sahibi olduğu halde, çocukları çok seven Aedon’la Zethos’un yalnız bir çocuğu olur: İtylos. Aedon eltisini kıskanır ve bir gece en büyük oğlunu uykusunda öldürmeye kalkışır, ne var ki yanılır, karanlıkta Niobe’nin oğlunu değil de kendi çocuğunu öldürür. Bu yanlışlıktan öylesine derin bir acıya gömülür ki tanrılar tanrısı Zeus, onu bağışlamak zorunda kalır, Aedon’a acıyıp onu bir bülbüle dönüştürür. Bülbül Aedon, o günden beri hep bu yüzden, “İtylos! İtylos! İtylos!” diye acı acı ağlamaktaymış.


Aedon Oğlu İtylos'un Söylencesi

Aedon 2. (Milet) Miletos söylencesi: Aedon, Miletoslu Pandareos’un kızı ve Polytekhnos adlı sanatçının karısıdır. Kocasıyla birlikte Kolophon’da mutlu günler yaşarlar, İtys adında bir oğulları olur. Ama mutlulukları başlarına vurur, gurura kapılırlar: Zeus ile Hera’dan daha mutlu bir çift olmakla övündükleri için, Hera ceza olarak kavga tanrıçası Eris’i aralarına sokar. Karı-koca birbirleriyle yarışmaya girişirler, Polytekhnos araba yapmakta, Aedon kumaş dokumaktadır. Kim daha çabuk bitirecekse, öbürüne bir hizmetçi bulup getirecektir. Yarışmayı Aedon kazanır, kocası da gider Ephesos’tan onun kız kardeşi Khelidon’u (Yun. Kırlangıç) alır, yolda onu kirletir, saçlarını kesip köle kılığına sokar ve kız kardeşine kim olduğunu bildirirse, onu öldüreceğini söyleyerek Aedon’a verir. Aedon kız kardeşinin bir gün çeşme başında dert yandığını duyunca, onu tanır. İki kız kardeş öç almaya karar verirler, İtys’i öldürüp pişirirler ve babasına yedirirler. Polytekhnos işin farkına varınca çılgına döner, iki kız kardeşi öldürmek ister. Zeus araya girer ve birini bülbül, öbürünü kırlangıç haline sokar.


Aedon 3. (Yunan) Atina söylencesi: Tragedya yazarlarının ve özellikle Sophokles’in yitik “Tereus” tragedyasında anlatıldığı gibi, Prokne ile Philomela Atina kralı Pandion’un kızlarıdır. Prokne Thrakia (Trakya) kralı Tereus’la evlenir ve İtys adlı bir oğulları olur. Ama Tereus Philomela ile de sevişir ve olup biteni kız kardeşine anlatmasın diye dilini koparır. İki kız kardeş İtys’i kesip babasına yedirmekle öç alırlar. Tanrılar Prokne’yi bülbül, Philomela’yı kırlangıç (başka bir anlatıma göre adı güzel sesli anlamına gelen Philomela bülbül olur), Tereus’u da hüthüt kuşuna dönüştürürler. Aristophanes “Kuşlar” komedyasında bu dramı, Hüthüt’ün ağzından şöyle anlatır:

"Uyan garip bülbülüm, uyan,
Çöz tanrısal dilini,
Dök yüreğindeki acıları,
Anlat o kutsal ağıtlarınla
Oğlumuz İtys’in başına gelenleri,
Kızıl boynundan su gibi aksın
Oğlumuzun adını inleyen sesin,
Sık fundalıklardan göklere yükselsin,
Apollon, altın saçlı tanrı
Duyup bu acı yankıları,
Alsın fildişi çalgısını,
Karşılık versin sana,
Tanrı koroları kursun yukarda,
Ve ölümsüz dudaklarından çıkan ezgiler
Karışsın sesine mutlu yüceliklerde.

Niobe-Ağlayan Kaya

Niobe, Ağlayan Kaya, Frigya, Sipylus, Amphion, Pelops, Tantalus, Artemis, Kybele, Spil Dağı
Niobe - Ağlayan Kaya

Niobe, "Frigyalı", hatta "Frigya Kralı" [1] olarak anılan, ancak Frigya ülkesinin en batı ucunda, günümüzde İzmir-Manisa arasındaki Spil Dağı ve Yamanlar Dağı çevresinde, dağ ile aynı adı taşıyan, ancak günümüzde herhangi bir izi erişmemiş Sipylus kenti merkezli olarak, muhtemelen M.Ö. 12. yüzyılda hüküm sürmüş yerel bey Tantalus'un ve eşi Dione'nin kızıdır.

Özbeöz Anadolu'lu olmakla birlikte, Thebes kralı Amphion ile evlenmiş ve trajik yazgısı hakkında günümüze ulaşan bilgiler eski Yunan mitolojisi yolu ile olmuştur. Niobe aynı zamanda, hakkındaki bilgiler yine efsanelerle karışık olan Pelops'un kızkardeşidir (Mora Yarımadası'nın Batı dillerindeki ismi olan Peloponnese Pelops'un isminden gelir).

Yurdu kendisinden birkaç yüzyıl sonra Lidya uygarlığının doğacağı bölge olduğundan, bazı kaynaklar Tantalus, Pelops ve Niobe'yi de Lidyalı veya "ön Lidyalı" sayarlar.

Yunan mitolojisine göre Niobe'nin yedi kızı ve yedi oğlu olmuş, çocuklarının sayısından dolayı tanrılara böbürlendiği için oğulları Apollo, kızları Artemis tarafından öldürülmüştür. Evlat acısı ile yurduna dönen Niobe Spil Dağı'nda taş kesilmiş ve günümüzde "Ağlayan Kaya" olarak bilinen, literatürde bazen, aynı dağdaki Hitit Kybele heykeli ile yakın geçmişe kadar karıştırıldığından, "Taş Suret" olarak da anılan oluşuma dönüşmüştür. Niobe'nin kayası Manisa'nın önemli ziyaret yerlerinden biridir.

Spil Dağı'na komşu Yamanlar Dağı'nda Niobe'nin babası Tantalus'un mezarı ve kardeşi Pelops'un tahtı bulunmaktadır.

Kheiron

Kheiron
Kheiron


Kheiron (Chiron) kentaurların en bilgilisi, en akıllısıydı. Yarısı at yarısı insandı. Kronos ile Okeanos'un kızı olan Philyra'nın oğludu. Tanrı soyundan geldiği için ölümsüzdü. Çok faziletli bir öğretmendi. İhtiraslarını, şehvetini yenmiş büyük bir bilgin ve doktordu. Ölüleri bile canlandırabildiği söylenirdi. En meşhur öğrencisi Akhilleus idi. Türlü öğrencileri olmuş ve hepsini çok iyi yetiştirmiştir. Kheiron'un ölümü ise Herakles tarafından oldu. Kronos, deniz perisi Philyra ile birleşmek için at adam biçimine girmiş derlerdi. Kheiron da at adam olarak doğmasının sebebi bu denir. Tesalya'daki Pelion dağında bir mağarada yaşıyordu. Çok dost, iyiliksever birisiydi. Özellikle Peleus'u, Akastos'u, Akastos'un sarayındaki olaylar sırasında öteki kentaurosların şerrinden korudu. Peleus ile Thetis'in evlenme fikrini de ortaya atan odur. Tanrıça Thetis kendini değiştirme özelliği sayesinde Peleus'la evlenmesinden sürekli kaçıyordu. Kheiron, Peleus'a Thetis'i nasıl ikna edilebileceğini ve Thetis'in sürekli metamorfoza uğramasını engellenmesini öğretmiştir. Peleus'un düğününde dişbudak ağacından elleriyle yaptığı özel bir mızrağı Peleus'a hediye etmiştir. Bu mızrağı daha sonra Peleus, Truva savaşına katılmasından bir türlü vazgeçiremediği oğlu Akhilleus'a verecektir. Thetis ölümsüz, Peleus ölümlü olduğundan, doğacak çocuklarının ölümlü olmasından memnun değildi. Akhilleus'u ölümsüz yapacağım diye az daha öldürecekken Peleus son anda bebek Akhilleus'u yaralı olarak kurtarmış, Thetis'i de kovmuştu. Thetis'ten bu şekilde ayrıldıktan sonra Peleus, yaralı Akhilleus'u Kheiron'a iyileştirmesi ve eğitim vermesi amacıyla vermiştir. Kheiron, Akhilleus'tan başka İason, Asklepios ve başkalarını da yetiştirmiştir. Apollon'un bile ondan dersler aldığı söylenir. Kheiron eğitimleri sırasında müzik bilgisi, savaş ve av sanatlarını, her türlü yaralara karşı merhemleri, iyileştirici otların kullanımını, tıbbı, cerrahlığı, iyi ahlakı ve türlü erdemleri öğretiyordu. Özellikle Akhilleus'a hertürlü silahsız ve silahlı savaş sanat tekniklerini öğretmiş, ona yaraları iyileştirmeyi ve tıbbı öğretmiştir. Thetis, Akhilleus'un vücudundaki ölümlülük tohumlarını yoketmek için ateşe tuttuğundan topuk kemiği onarılmaz şekilde yanmıştı. Kheiron bir devin iskeletinden kemik alıp onun kemiğinin yerine koymuştu. Akhilleus bu cerrahi operasyon sonucu herkesten hızlı koşabilme özelliği kazandı.

Ölümsüz Kheiron'un ölümü:
Birgün Kentauros'lar topluca Herakles'e saldırdırdılar ve Herakles bu sırada Kheiron'un yaralanmasına sebep oldu. Zehirli okuyla at adamı dirseğinden yaralamıştı. Saldırmalarının sebebi ise bir şarap şişesiydi. Herakles, Erymanthos yaban domuzunu avlamak için iz sürerken Pholoe bölgesinden geçmek zorunda kalmıştı. Burada bölgeye adını veren Pholos isminde bir kentauros yaşıyordu. Tanrı Dionysos, Pholos'a ağzı mühürlü bir şarap şişesi hediye etmiş, Herakles'in birgün bu bölgeye geleceğini ve bu şarap şişesini o gün için saklamasını tembihlemişti. Pholos bu şarabı bir şartla Herakles'e sunabilirdi: Herakles gelip dostça Pholos'un konuğu olmalıydı. Başka mitologlara göre bu şişe tüm kentaurosların ortak malıydı ve şişedeki şarabı tek tek değil, hepsi bir arada olduklarında birlikte içerlerdi. Herneyse, Herakles Pholos'a geldiğinde Pholos onu çok konukseverce karşıladı. Ona çeşit çeşit etler pişirdi, Pholos ise alışık olduğu şekilde etleri çiğ yedi. Yemekten sonra Herakles susadı ve şarap istedi. Pholos ise özür dileyerek Herakles'in gösterdiği şarap şişesine tek başlarına el süremeyeceklerini açıkladı. Herakles ise ona endişelenmemesini, yanındakinin Herakles olduğunu bilmesini istedi. Pholos ve Herakles şişeden şarap içmeye başladılar. Ne var ki şarabın kokusunu alan diğer kentauroslar büyük bir kızgınlıkla bir araya gelip Herakles ile Pholos'a kafa tuttular. Dağlardan kopardıkları iri taşları, alevli odunları, ağaçlardan yaptıkları türlü silahları atarak savaşa başladılar. Herakles hemen oklarına davranıp kentauros Ankhios ve Agrios'u yere serdi. Herakles, kalanları Maleas burnuna kadar kovaladı. Orada bir okla dirseğinden yaralanan kentauros Elatos, Kheiron'un mağarasına saklandı. Yarasındaki ok kazayla Kheiron'u da yaraladı. Kentaurosların çoğu Eleusis'e saklandılar. Anneleri Nephele selli bir bulut oluşturarak Herakles'in onları bulmasını engelledi. Herakles, Ankhios ve Agrios dışında 11 kentauros daha öldürdü (Daphnis, Argeios, Amphion, Hippotion, Oreios, İsoleps, Melankhaites, Thereus, Doupon, Phriksos ve Homados). Pholos da bir kazayla can verdi. Soydaşlarını gömerken çekip çıkardığı okun ucu ayağına düştü ve yaralandı. Herakles Pholoe'ye döndüğünde Pholos'u ölmüş buldu ve çok üzüldü. Kheiron, Elatos'un yarasındaki okla yaralanmıştı. Kheiron ölümsüz bir kentauros olduğundan, ölemiyor ama çok acı çekiyordu. Kheiron önce yarasına bildiği bazı merhemlerden sürdü ama Herakles'in oklarıyla açılan yaralar iyileşmiyordu. Kheiron sonunda vazgeçip mağarasına çekildi. Herakles ona birtürlü yardımcı olamadı. Ölümsüz olduğundan ölebilmek için, ölümsüzlüğünü kabul edecek birisini aradılar. Prometheus bu konuda Kheiron'a yardım etti (Çünkü, Prometheus birgün Zeus'u kızdırdığından onu Kafkaslar'a zincirlemişti. Hergün büyüyen karaciğerini bir kartal gelip hergün yiyordu. Herakles Typhon'dan doğma bu dev kartalı tek bir okla öldürüp Prometheus'u kurtarmıştı. Bu yüzden Herakles'e borcu vardı. Herakles'e ayrıca altın elmaların bulunduğu Hesperid'lerin bahçesinin yolunu da göstermişti). Prometheus ölümsüzlüğüne kavuşunca Kheiron öldü.



Kaynaklar
Mitoloji Sözlüğü. Azra ERHAT. Remzi Kitabevi, 5. Baskı, Eylül 1993. Büyük Fikir Kitapları Dizisi:18
Ortadoğu Mitolojisi, S.H. Hooke. Çeviri: Alaeddin SENEL. İMGE YAYINLARI: 20, Eylül 1993.
Yunan Mitolojisi. Çeviri: M. Tahsin KOZANOĞLU. MİTOLOGYA YAYINLARI: 1, Aralık 1992.
Mitologya, Edith Hamilton. Çeviri: Ülkü TAMER. VARLIK YAYINLARI, Sayı: 326. 1994
Mitoloji Sözlüğü, Pierre Grimal. SOSYAL YAYINLAR, 1997.
Klasik Yunan Mitolojisi, Şefik Can. İnkılâp Yayınları
100 Soruda Mitologya. Behçet NECATİGİL. 1995
Meydan Larousse Ansiklopedisi
Cousteau, Sea and Legends.
Hayat Ansiklopedisi

Asklepios

Asklepios;

Yunan Mitolojisi'nde tıbbın ve sağlığın tanrısı. Apollon ve Koronis'in oğlu, Hygieia, Meditrina, Iaso, Aceso, Aglæa ve Panacea' nın babasıdır.

Yılanlı asası ile Yunan söylencelerinde Apollon’un oğlu olarak geçer. Buna göre; Teselya Kralı’nın kızı Koronis tanrı Apollon ile sevişir ve ondan gebe kalır. Ne var ki, tanrının çocuğunu karnında taşırken Arkadya’dan gelen bir yabancıyı da yatağına alır. Bu haberi tanrıya kutsal kuşu olan karga verir.Apollon kız kardeşi Artemis'i Koronis'i cezalandırmak üzere görevlendirir. Artemis de kadını bir odun yığınının üzerinde diri diri yanmaya mahkum eder. O ateş öyle büyüktür ki, o zamanlar köpükler gibi ak olan karga tüyleri, o günden sonra is karası rengi olur. Kadın alevler üzernde can vermek üzeredir ki; Apollon çocuğunu Koronis’in karnından alır. Çocuğu yetiştirmesi için at adam Kheiron’a verir. Bu olay hekim-tanrının son anda kurtarıcı olarak yetişmesinin simgesidir. Asklepios’a hekimlik sanatını öğreten Kheiron bütün at adamlar gibi doğanın içinde yaşayan, doğanın sırrına ermiş bir varlıktır. Sağlığın kaynağı da doğada olduğuna göre; Kheiron’un açık havada, güneşin altında şifalı otlardan ve sulardan yararlanma yollarını bilmesi de gerçek olarak ortaya çıkmaktadır. Asklepios böylece usta bir hekim olarak yetişir, hekimliğin ve cerrahlığın tüm bilgilerini edinir. Asklepios, elindeki asasını (ki bu asa da bugün bildiğimiz, tıbbın simgesi olan yılan dolanmış asadır.) yanından hiç ayırmaz, gittiği her yere onu da götürür, yorulduğu zaman da ondan destek alır. Daha öteye giderek, ölüleri bile diriltmeye çalışır. Bunun sırrını efsane şöyle açıklar: Tanrıça Athena, Gorgo canavarı öldüğü zaman bedeninden akan kanı toplamış ve Asklepios’a vermiştir. Gorgo’nun sağ tarafındaki damarlarda zehirli, sol tarafındaki damarlarda şifalı kan varmış. Asklepios bu şifalı kanla ölüleri diriltme yoluna gitmiş. Ancak insanların ölümsüz olması fikri hem Zeus'un iktidarını sarsmış, hem de yeraltınının tanrısı Hades'i çok kızdırmış. Ve Hades kardeşini bir şeyler yapması konusunda kışkırtmış, Zeus da Asklepius'un başına bir şimşek fırlatarak onu öldürmüş. Derler ki o an Asklepius'un elinde reçete yazılı olan kağıt toprağa düşmüş ve yağan yağmurla üzerindeki yazılar toprağa karışmış. Oradan da her derde deva sarımsak bitmiş. Apollon da, Zeus’a yıldırımları bağışlayan Kykloplar’ı öldürerek, oğlunun öcünü almış.



Asklepios’un yok oluşundan sonra hekimlik sanatını kızı, Hygieia (Yunanca sağlık anlamına gelir) ve oğulları Asklepiades adında bir lonca düzeni içinde sürdürmüşlerdir. Atina'da, Bergama'da, İzmir'de Asklepios adına tapınaklar kurmuşlardır. Bergama'da asclepion adıyla bilinen sağlık sitesi antik Yunan dünyasındaki üç büyük sağlık sitesinden biri olarak kabul edilir.

Asklepios efsanesine Anadolu'da yapılan bir katkı da şudur (aynı hikaye Lokman Hekim içinde anlatılır); Zeus Asklepios'u yıldırımıyla öldürünce bu sırada hekimin yazmakta olduğu reçete oradaki bir otun üzerine düşmüş, yağan yağmurla kağıttaki yazı toprağa karışarak her derde deva sarımsak meydana gelmiştir.

Diğer bir söylenceye göre, Asklepios daima elinde asasıyla dolaşırmış. Bu asa, hekim, hastalarına giderken ona destek olur; asasına yaslanan hekim ondan güç alır; yorulmadan hastadan hastaya koşarak şifa dağıtırmış. Asklepios'un yılanlı asası hekimliğin simgesidir ve tıp sembolüdür. Asklepios'un diğer simgeleri: Çam kozalakları, defne dalları, keçi ve köpekdir.
Asklepios, Yunan tanrıları içinde ününü en uzun süre sürdürenlerden biridir. Ortaçağ'a kadar karşımıza çıkar.Hekimler Asklepiades adında bir lonca etrafında biraraya gelirler. Kos (İstanköy) adasında yaşayan Hippokrat'da bu geleneğe bağlıdır.

Aphrodite - Adonis

Aphrodite - Adonis


Suriye kralı Theias’ın Myrra ya da Smyrna adında bir kızı vardı. Aphrodite’in öfkesi, onda babasıyla ensest ilişki yapmak isteğini uyandırdı.
Smyrna, dadısı Hippolyte’nin yardımıyla Theias’ı kandırmayı başardı ve on iki gece boyunca onunla birleşti. Ama, on ikinci gece Theias kızının oyununu fark etti ve bıçağını alarak, onu öldürmek için peşine düştü.
Myrrha (myrra), bu tehlike karşısında tanrılara sığındı. tanrılar da, onu ağaca dönüştürdüler. On ay sonra ağacın kabuğu kabardı, çatladı ve içinden bir çocuk çıktı. Çocuğa Adonis adını verdiler.
Çocuğun güzelliğinden etkilenen Aphrodite, onu aldı ve yetiştirmesi için gizlice Persephone’ye emanet etti. Ama, Persephone de çocuğu görünce aşık oldu ve onun Aphrodite’ye geri vermek istemedi. İki tanrıça arasındaki bu kavgada Zeus hakemlik yaptı.
Bazı araştırmacılarsa, Zeus adına Mousa (Musa) Kalliope’nin hakemlik ettiğini söylerler. Sonunda, Adonis’in, yılın dört ayını Aphrodite’yle, dört ayını Persephone‘yle, diğer dört ayını da istediği yerde geçirmesine karar verildi. Ama Adonis her zaman yılın üçte ikisini Aphrodite’yle, üçte birini de Persephone’yle geçirdi.
Daha sonraları, Artemis‘in öfkesi (neden ileri geldiği tam olarak bilinmiyor) Adonis’in başına bir yabandomuzunu musallat etti ve bir av sırasında yabandomuzu Adonis’i öldüresiye yaraladı. Bir ağaçtan doğarak yılın üçte birini yer altında geçiren ve geriye kalan zamanda da aşk ve ilkbahar tanrıçasıyla birleşmek için gün ışığına çıkan bu çocuğun kişiliğinde, bitkilerin boy veriş sırrını sembolik bir tarzda dile getiren bir mitosun bu ilk kabataslak şekli, daha sonraları başka unsurlarla süslenip tamamlanmış bir halde Aphrodite’nin lanetinin hangi nedene dayandığı konusunda açık bilgiler verilmiştir. Buna göre: Kinyras’ın (Theia yerine) karısı ve Smyrna’nın annesi olan Kenkhreis, kızının Aphrodite’den daha güzel olduğunu iddia ederek tanrıçayı incitmiş ve tanrıça da bu hatayı cezalandırmak için Smyrna’da, ağır bir suç olan bu aşkı uyandırmıştı. Smyrna, tutkusunun ensest nitelikte olduğunu farkedince, önce kendini asmak ister, ama bu sırada dadısı çıkagelerek ona, tutkusunu tatmin etmesini öğütler. Ensest gerçekleşince, genç kadın utancından ormana gizlenir; burada, Aphrodite kurbanına acıyarak onu ağaca dönüştürür. Ve Smyrrna’nın babası, ağacın kabuğunu kılıcıyla yararak küçük Adonis’i gün ışığına çıkarır.
Ya da, bir yabandomuzu (genç adamın ölüm şeklini önceden haber verircesine) keskin dişleriyle ağacın kabuğunu yararak bebeğin ağaçtan çıkmasını sağlar. Hellenistik şairler, Adonis’i, Nymphalar tarafindan büyütülmüş ve kırda, ormanda sürüleri güder ya da avlanır biçimde tasvir etmişlerdir. Onun ölümüne yol açan felakete gelince, buna Artemis’in değil, Aphrodite’nin aşığı Ares’in kıskançlığının, ya da Apollon’un Aphrodite’den öç alma isteğinin yol açtığı ileri sürülür (çünkü Aphrodite, yıkanırken kendisini çıplak bir halde gören Apollon’un oğlu Erymanthos’u kör etmişti). Adonis miti, kah İdalion tepesinde, kah Lübnan’da geçer. Byblos’tan, Adonis adlı bir ırmak geçmekteydi ve bu ırmak her yıl Adonis’in ölüm yıldönümünün anıldığı günde kızıla boyanmaktaydı. Birçok çiçek miti de Adonis hikayesine bağlanmaktadır; yalnızca kokulu reçinenin (Myrra’nın gözyaşları) mitsel orijini değil, gülünki de ona bağlanıyordu: başlangıçta gülün rengi beyazdı; ama, Aphrodite yaralı arkadaşnın peşinden koşarken ayağına bir diken battı ve kanı, kendisine adanmış olan bu çiçeği kırmızıya boyadı. Dağ lalelerinin de, yaralanan Adonis’in kanından meydana geldiğine inanılıyordu. İdil şairi Bion, tanrıçanın, Adonis’in akan kanı kadar gözyaşı döktüğünü ve her damla gözyaşından bir gülün, her damla kandan bir dağlalesinin oluştuğunu anlatır. Aphrodite, arkadaşının şerefine bir anma günü ihdas etti; bu günü, Suriyeli kadınlar her yıl ilkbaharda kutluyorlardı. Vazolara, sandıklara vs. tohumlar ekilerek, çabuk bitmesi için sıcak suyla sulanıyordu. Bunlara ‘Adonis’in bahçeleri’ adı veriliyordu. Bu şekilde zorlanan bitkiler toprağın üstüne çıktıktan az zaman sonra ölüyor ve böylece Adonis’in kaderini simgelemiş oluyorlardı. Öte yandan, kadınlar da, Aphrodite’nin sevgilisi olan genç adamın kaderi üzerine ayin yaparak ağıtlar yakıyorlardı. Bu mitnin İbrani asıllı olduğu söylenmektedir. tanrının adı İbranice ‘efendi’ anlamına gelen kelimeden türemedir. Adonis kültü, Hellen döneminde Akdeniz dünyasına yayıldı. Adonis mitolojisine ait figürlere Etrüsk aynalarında da rastlanır. Eski Sami kavimlerinin inançlarında bitki ve yeniden doğuş tanrısının adı da Adonistir. ‘Sahip’, ‘efendi’, ‘rabb’ anlamlarına gelmektedir. Dumuzi, Tammuz, Attis kültlerine yakınlık göstermekle beraber ayrıntıları vardır, farklılık gösterir. Kültün menşei Suriye sahilindeki Nega (byblus) dır. Bu bölgedeki orman tanrısı Hay-tau’nun yerine geçti. Ayrıca Ugarit bölgesindeki bitki ve hasat tanrıları Mot ve Aleyin’in rollerini aldı. Mısır ile özdeşleştirildi; Mısır’ın hasat sonrası ölümü bir bakıma tanrının ölümü olarak düşünülürdü.

KRAL MİDAS'IN KULAKLARININ UZAMASI

Efsaneye göre Marsyas adındaki bir Satiros (Keçi ayaklı, sivri kulaklı yarı insan yarı hayvan yaratıklar) bir gün kırlarda dolaşırken Athena'nın icat ettiği ancak çalarken yüzü çirkinleştiğinden fırlatıp attığı flütü bulmuş. Bir tanrıçanın eseri olduğu için çok güzel sesler çıkaran flütü çalmaya başladı..ve bir süre sonra marifetin kendisinde olduğuna inanmaya başlayarak kendini Apollon'a rakip görmeye başladı. Bunun üzerine Apollon kazananın kaybedene istediğini yapabilmesi şartıyla Marsyas ile bir yarış yapmaya karar verdi.

Apollon'un arkadaşları olan Musa'lar ve Phrygia (Fyrigia) kralı Midas yarışmada hakem oldular. Apollon gitarı ile çok güzel şarkılar çalarak ortalığı inletti. Marsyas da flütü ile ondan geri kalmayarak çok güzel şarkılar çaldı. Hakemler tereddüt ediyorlardı. Bunun üzerine Apollon Lir'ini eline aldı. Okadar güzel o kadar hoş şarkılar çaldı ki dağlar taşlar heyecandan titrediler. Marsyas Apollon gibi çalamayacağını itiraf etmek zorunda kaldı. Apollon anlaşma gereği Marsyas'ı ölümle cezalandırdı. Yarışma sırasında Marsyas'ın tarafını tutarak onun daha iyi çaldığını iddia eden Midas'a da ceza verdi. Onun kulaklarının iyi işitmediğini söyleyerek insanlara özgü kulakları ona uygun görmedi ve Midas'ın kulaklarını uzatarak eşek kulaklarına çevirdi. Midas kulaklarından öyle utanıyordu ki sürekli başında bir kalpakla dolaşmaya başladı. Fakat berberi saçlarını keserken kulaklarını farketmişti. Midas hiç kimseye anlatmama şartıyla berberine yaşamını bağışladı. Fakat berber bu sırrı içinde saklamakta çok zorlandı. Birilerine söylemezse patlayacağını düşünüyordu, diğer yandan söylediği taktirde Kral'ın kendisini öldürmesinden korkuyordu. Sonunda bir gün daha fazla dayanamayarak ıssız bir yerde bir çukur açtı, ve oraya eğilerek yavaşça "Haberiniz varmı, Kral Midas eşek kulaklıdır" diye fısıldadı. Bunu söyleyince üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi oldu ve rahatladı. Fakat kazdığı çukurun yanındaki kamışları hesaba katmamıştı. Kamışlar rüzgarla sallandıkları zaman "Midas'ın kulakları eşek kulakları, Midas'ın kulakları eşek kulakları" diye sırrı her tarafa yaydılar.

Amazonlar

Anadolu'nun Mitolojik Kadın Savaşçıları

Aralarına asla erkek almayan Amazonlar'ın efsanesi, Anadolu'nun en önemli söylenceleri arasında yer alıyor. Tarihin babası sayılan Bodrumlu Herodotos'tan, destanları ile ünlü İzmirli ozan Homeros'a kadar birçok kaynakta adı geçen bu savaşçı kadınların at binmedeki yetenekleri ise dillere destan...

Amazonlarla ile ilgili bilgilerin çoğu, bu savaşçı kadınların Anadolu'nun kuzeyinde; Ordu yakınlarındaki Terme «ayı civarında, Themiskyra adlı kentte yaşadıkları yönünde toplanıyor. Yüzyıllardır merak konusu olan Amazonlar oldukça ilginç bir topluluk. En önemli özellikleri en az erkekler kadar hatta efsanelere göre erkeklerden çok daha iyi savaşmaları olmuş. Bu yiğit kadınların, güzelliklerinin yanı sıra; çevik, hızlı ve disiplinli olmaları da onları diğer kavimlerden ayıran özellikler arasında sayılmış. Özellikle at binme konusundaki yetenekleri ve at üstünde kazandıkları savaşların ünü, çok kısa zamanda tüm Anadolu'ya hatta komşu ülkelere yayılmış. Babaları savaş tanrısı Ares'ten aldıkları iyi savaşma özelliğinin yanı sıra; anneleri, uyumu ve barışı simgeleyen Harmonia'dan aldıkları barışı sağlama ve koruma bilinçleri ile kendilerine haklı bir ün yapmışlar.

Amazon
Amazon
At üstündeki hünerleri

Söylenceye göre Amazon kadınları yaşamın her alanına hakim olduğu bir toplumdu. Aralarına erkek almaz, sadece soylarını devam ettirmek için komşu kavimlerle görüşürler ve sonra kendi topraklarına çekilirlermiş. Doğan kız çocuklarını en iyi şekilde eğitirler, onlara at binmeyi, ok atmayı ve yay kullanmayı öğretirlermiş. Erkek çocukları ise, ya bebekken babalarının yanına yollarlar ya da kendilerine ayak bağı olmayacak işlerde kullanırlarmış. Amazonlar, ok atmadaki üstünlüklerinin yanı sıra, "Labris" denilen çift tarafı da keskin olan bir baltayı da çok iyi kullanırlarmış. Savaşlarda, kendilerini savunmak için kullandıkları, yarım ay şeklindeki kalkanları ise pek çok heykele konu oldu.

Amazonlar
Amazonlar
Tek göğüslerini kesen Amazonlar...

Dilbilimcilerin "Amazon" sözcüğü üzerine yaptığı araştırmaların sonuçlarına göre; Anadolu'nun Karadeniz Bölgesi'nde yaşamış olan bu savaşçı topluluğun adının anlamının, "Göğüssüz" olduğu ortaya çıkıyor. Söylencelere göre, bu savaşçı kadınlar ok atarken rahatsız olmamak ve yayı daha fazla gerebilmek için tek göğüslerini küçükken keserlermiş. Böylece yayı, zahmetsizce gerebilir ve oku daha da uzağa atabilirlermiş. Bu özellikleri ise savaşlarda onlara ezici üstünlük sağladığından geleneklerini çok uzun yıllar boyunca hiç değiştirmemişler.


Estetik ve dinamizmin simgesi

Birçok mitolojik hikayeye konu olan Amazonlar, estetik ve dinamizmin bir simgesi olarak özellikle yaptıkları savaşları gösteren kabartmalarla, ünlü tapınak ve mezar anıtları süslemişler. Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olan Bodrum'daki Kral Mausolos'un mezar anıtını (Mozele) süsleyen Amazon Savaşı kabartmaları, göz alıcı bir ustalık ve hayranlık verici bir incelikle mermerde hayat bulmuş asırlar önce...




Anadoluyu savunan kadınlar

Anadolu'ya yapılan en önemli saldırılardan biri olan Truva Savaşı sırasında Amazonlar da savaşmışlar, hatta; erkeklerin arasında, omuz omuza Anadolu'yu savunmuşlar. O kadar ustaca savaşıyorlarmış ki, kimse o parlak zırhlarının, başlıklarının içinde bir kadının olabileceğini düşünemiyormuş. Truva Savaşı sırasında orduyu cesaretlendiren Amazon kraliçesi Penthesileia'nın efsanesi ise oldukça trajiktir. Truva'ya saldırılar başlayınca Amazonlar'ın cesaretini örnek alan diğer Anadolulu ordular da savaşmaya başlamışlar. Karşı tarafın en ünlü kahramanı olan Akhilleus ile Amazon Kraliçesi Penthesileia'nın, savaş alanındaki mücadelesi gerçekten çok zorlu olmuş. Hem Akhilleus, hem de Penthesileia parlak zırhları ve gösterişli başlıkları ile tozlu savaş alanının ortasında birbirlerine doğru yaklaşmaya başlamışlar. Kraliçe keskin baltası ile Akhilleus ise mızrağı ile savaşıyormuş. Kraliçe kusursuz bir şekilde kullanıyormuş baltasını. Hareketleri atik ve hızlıymış.
Akhilleus - Penthesileia
Akhilleus - Penthesileia
Göğüs göğüse uzun süren bu dövüş sırasında Akhilleus, düşmanının bir kadın olduğunu aklından bile geçirmemiş. Uzun mücadele sırasında; Akhilleus'un yenileceğini düşünen bir arkadaşı, ikilinin arasına girerek kraliçenin dikkatini dağıtmış. İşte ne olduysa bundan sonra olmuş ve Akhilleus'un fırlattığı mızrağı fark edemeyen Penthesileia, göğsüne saplanan mızrak ile yere yığılmış...


Mızrağın yaraladığı Amazon

Akhilleus, düşmanını yendiği için rahat bir nefes almış ama yine de; içinde bu çok iyi dövüşen düşmana karşı bir saygı, bir hayranlık uyanmış. Toz toprak içinde yatan bedene doğru yaklaşmış ve kendisini bu kadar uğraştıran kişinin yüzünü görmek için, yaralının başını kucağına almış. Bu narin beden karşısında biraz şaşırmışsa da asıl şaşkınlığı başlığı çıkartınca yaşamış. Karşısında bir kadın varmış. Hem de çok güzel bir kadın. Kendi mızrağı ile yaraladığı bu güzel kadın, az önceki zorlu mücadelede kendisini zorlayan askermiş. İnanamamış gözlerine Akhilleus. Öyle ki; ölmek üzere olan kraliçenin güzelliği ve cesareti karşısında, çok etkilenmiş ve aşık oluvermiş bu güzel kadına. Ama olan olmuş ve kraliçe aldığı ölümcül yara nedeniyle son nefesini vermiş Akhilleus'un kollarında. Akhilleus ve Penthesileia'nın bu mücadelesi zamanla o devrin sanatçıları ve ozanları arasında çok sevilmiş ve çeşitli sanat eserlerine konu edilmiş. Eski ve acıklı bir aşktan geri kalanlarla beraber...